

Romancılığın kısa tarihçesi…
Önemli konu hakkında farklı ÅŸeyler düÅŸünmek düÅŸünce zenginliÄŸinin bir uzantısıdır. Ancak temel bazı esaslar vardır ki belli paydalarda buluÅŸmak, bir araya gelmek, örtüÅŸmek gerekir. Bu bir standart meselesidir. EvrenselliÄŸi, kabul görmüÅŸ yanı vardır. Bu yansıma olduÄŸu gibi kabul edilmelidir. Burada görecelikten farklı yaklaşımlardan söz etmek hem iÅŸin tabiatına aykırı olur hem bilimsel verilere uygun düÅŸmez. Ancak seçenek üzerinde deÄŸerlendirmelere açık oluÅŸumlarda yeni fikirler ve yeni zindelikler meselenin çözümüne önemli katkılar saÄŸlayacaktır. Sanat ustalık iÅŸidir. Acemilik kabul etmez. Acemice oluÅŸumuna ısrar edilirse de o sanat olmaktan çıkar. Edebiyat dünya öngörüsünde zenginlik kazanmış alt yapısını oluÅŸturmuÅŸ ve uzun yıllar tecrübe aÅŸamalarından geçerek kendini yenilemiÅŸ ve zamana uyan bir ivmeyle ataÄŸa kalkmıştır.
Muhakkak araÅŸtıran çok okuyan toplumlar yeni icatlara imza atan toplum olarak ta öne çıkıyor. Biz romancılığa batıdan yaptığımız çevirilerle baÅŸladık denilebilir. Dahası cumhuriyet öncesi dönemlerde roman kavramı bilinmekten uzak bir kavramdı. İlk ciddi roman denemesi olarak ’ta 1872 yılında Åžemsettin Sami’nin Tanzimat döneminin bir ürünü olan ve TaaÅŸuk ı Talat ve Fitnat’tır. Osmanlıca basılmıştır. Daha sonraki yıllarda Türkçe baskıları yapılmıştır. Eserin edebi deÄŸerine bakıldığında batı ile karşılaÅŸtırıldığında haliyle yavan kaldığı ortadadır. Çevirilerden roman kavramını öÄŸrenmek ve roman dokusuna uygun bir hikâye çıkarmak o yıllarda hiç kolay deÄŸildi. Nitekim okurda böyle bir ÅŸeyi okumaya hazır deÄŸildi. Roman yazılıyor bir sürü emek veriliyor ama bir de bunu okura anlatmak gerekiyor. Bütün bu sıkıntılar uzun yıllar üst üste geldi ve roman konusunda sıkıntılı süreç baÅŸladı. Oysa batı bu konuda oldukça önemli aÅŸamalardan geçiyor ve son derece nitelikli eserlere imza atıyordu. Dünya klasiklerinin önemli bir bölümü o yıllarda yazıldı.
Batıdan ve romandan söz ederken Rus edebiyatından söz etmemek haksızlık olur. İlk baÅŸta Ruslarda batı edebiyatından etkilendiler. Uzun süre batılı yazarların etkisinde kaldılar ama toparlanıp kendi ekollerini oluÅŸturdular. Bu öyle bir aÅŸamaydı ki roman konusu adeta Rusların tekeline geçti. PeÅŸ peÅŸe dev yazarlar piyasaya çıktı. Çok verimli bir dönemdi ve Ruslar durmadan baÅŸyapıtları dünya klasiklerine armaÄŸan ediyorlardı. Bu kez ÅŸaÅŸkınlık sırası batılılardaydı. Romancılık artık Rus tekelinde önemli aÅŸamalar kaydetmiÅŸti. Bu aÅŸama dünya insanının da öngörüsünü deÄŸiÅŸtiriyor, romanlar peynir ekmek gibi satılıyor, baskı üzerine baskısı yapılıyor ve her evden insanlar ciltler dolusu romanlar okuyordu. Adeta dünya klasiklerin peÅŸine düÅŸmüÅŸ okuma tutkusu bir serüven gibi ve çığ gibi yayılıyordu. O yıllarda yani Cumhuriyetin sinemayla tanıştığı ilk dönemi yıllarda biz sinemacılığımızla öne çıktık. Kendi geleneÄŸimizi yansıtan filmler çekildi. Giderek sektör büyüyüp geliÅŸti ve sinemamız adeta içeride kendini buldu. Esas oÄŸlan ve esas kız tiplemesi oluÅŸtu. Konu aÅŸağı yukarı her filmde aynı sayılırdı. Esas oÄŸlan uzun boylu, yakışıklı, yürekli, mert, civan bir delikanlıydı. Kötülerle savaÅŸtı vurdu vuruldu ama esas kızı kimselere yar etmedi. Sinemayı gerçekten çok sevdik. Her hafta herkesin tek iÅŸi film salonlarına koÅŸmaktı. İki film birden oynatılıyordu. Romancılığımıza da kaynak oldu Türk sineması. Romanlar adeta senaryo tekniÄŸine uygun yazılıyor ve pek çok roman kısa süre içinde filmi çekilerek beyaz perdeye yansıtılıyordu. Roman ve sinema birbirini besleyen ırmak gibiydiler. Seyirci coÅŸmuÅŸtu. O yıllar içimize kapandık ve romanda ki batı tekniÄŸini elimizin tersiyle ittik. Filmlerimiz vurdulu kırdılıydı. Romanlarımızda öyleydi. Ve ya aÅŸk romanları yazılıyor, beyaz perdeye aktarılarak seyirci gözyaşına boÄŸuluyordu. Bazı ileri görüÅŸlü yazarlar Ahmet Hamdi, Sabahattin Ali, OÄŸuz Atay, Orhan Pamuk gibi üst düzey kalemler ısrarla batı tekniÄŸini kullandılar ama arkalarından bir yazar desteÄŸi gelmedi. Alan razı satan razıydı. Üstelik batı tekniÄŸine uygun romanı okuyacak nitelikli okur da çok azınlıktaydı. Bizde ki okuyucu avantür filmi izler gibi yazılı roman okumayı tercih ediyordu. Öyle yer, mekân, karakter, zaman gibi öÄŸelere vurgulu romanlar ilgilerini çekmiyordu. Kimse okumuyor o yıllarda kıymeti bilinmiyordu. Bu iÅŸi gönül vermiÅŸ usta azınlık ise esefle gidiÅŸata bakıyordu. Sinemayı ve romanı besleyen ırmak kuruyunca YeÅŸilçam elden ayaktan düÅŸtü. Romancılığımızda can çekiÅŸiyordu. Okura göre roman yazılıyor kendi yağımızla kavruluyorduk. Belli baÅŸlı romanlarımıza Türk Klasikleri adın verdik ama dünya klasikleri formatına giren tek romanımız olmadı. Yıllar akıp gitti. Yüzlerce binlerce yazar yine binlerce roman hikâye öykü yazdı ama Türk öykü, hikâye, romanını sayarsanız üçünün toplamında sayı elliyi bile bulmuyor. Bir baÅŸka ifadeyle nitelikle eser elliyi öteye geçemiyor. Batı tekniÄŸi aynı ölçüde analitik yorum gerektiren bir üslubu de yokluyor. Yani nitelikli roman nitelikli okuyucu istiyor. DiÄŸer durumda okuyucu alışık olmadığı tarzda ki eseri birkaç sayfasında bırakıp bir daha okumuyor. Veba Geceleri Orhan Pamuk’un son romanı esasen çok nitelikli ve dünya klasiÄŸine miras olacak bir yapısı var. Avrupa övgüler dizerken biz içeride olabildiÄŸince eleÅŸtirip tabiri caizse yerden yere vuruyoruz.
Sevgiyle kalın.
Bu makale 1261 kez okundu.
| 13.12.2025 | Ziyaretçi |
| Online | 52 |
| Bugün | 6897 |
| Toplam | 25180163 |