Aydın KARASÜLEYMANOĞLU
KESİBE ROMANI ve ŞAVŞAT?IN ÖYKÜLERİ
04.07.2015

 ARTVİNLİLERİN KİTAPLARI

 

KESİBE ROMANI ve ŞAVŞAT’IN ÖYKÜLERİ

 

Aydın KARASÜLEYMANOĞLU

Şavşat, şiirlere, öykülere en çok konu olan ilçelerimizden biridir. Bunda, Şavşat’ın doğal güzellikleri kadar, sosyal yaşamının renkliliğinin de payı vardır. Öte yandan, bu ilçemizden yetişen, yetenekli ozan, yazar ve sanatçılarımız da, yörenin edebiyata girmesinde etkin rol oynamışlardır. Ünlü yazar Fakir Baykurt’un Şavşat’ta öğretmenlik yaparken “Efkâr Tepesi” başlığıyla önemli bir gazetede dizi yazılar yayınlaması ve sonradan bunları kitaplaştırması da ilçemiz için bir şans olmuştur.
       Bir zamanlar “öğretmen fabrikası” olarak anılan Şavşat’tan, her alanda başarılı uzmanlar çıkmış, ülke bürokrasisine ve teknokrasisine unutulmaz katkılar yapmışlardır. Bu arada, Şavşat’ta yetişen ozan ve yazarlarımızın bazıları da ilçenin değişik yönlerini şiir ve yazılarıyla edebiyat dünyasına taşımışlardır.

Bu yazıda, 1925 de Şavşat Kocabey’de doğan, Cilavuz Köy Enstitüsü’nü bitiren, 21 yıl Artvin’in köylerinde, 12 yıl da Kocaeli’de öğretmenlik yapan Kazım Yazar’dan söz etmek istiyoruz. Kazım Yazar, ömrünü eğitime adarken, yöresiyle ilgili kitaplar yazmaktan da geri durmadı. Seksenine merdiven dayadığı yıllarda “Kesibe” adında 350 sayfalık bir romanı, “Cancep Elması” adında bir öykü kitabını yayınlandı. “Çöplükteki Gül” ve “Alçakıl Çiftliği” adındaki kitaplarını da basım aşamasına kadar getirdi. 
       Kazım Yazar’la tanışma, söyleşme, kitaplarıyla ilgili tartışma fırsatım olmadı. Kendisiyle, telefonla görüşerek dost olduk. Sağolsun bana iki kitabını da gönderdi. Kitapların baskısı güzel. İçeriği dolu dolu. Okuyunca, yöremizdeki 40-50 yıl önceki yaşamı anımsıyorsunuz. Köylerimizin boşalmadan önceki hareketli, renkli görüntüleri gözlerinizin önünden geçiyor. Çalışan, üreten, toprakla barışık köylülerimizin yaşam serüvenlerine tanık oluyorsunuz. Dağlarında sürülerin yayıldığı, bağlarında türkülerin söylendiği, yazları yaylalarının şenlendiği, çeşme başlarında gelinlik kızların fısıldaşıp gülüştükleri köyler, sinema şeridi gibi geçiyor belleğinizden. Akşamüstleri sürülerin köye dönüşü, tarlaların karasabanla sürülüşü, siyah beyaz fotoğraf gibi karşınızda duruyor. Bizim kuşaktakileri, geçmişin puslu derinliklerine itiyor bu kitaplar.
       Yeni kuşaklar, duymuştur ama bizler kadar bilemezler, köy yaşamındaki ayrıntıları. Yolu, elektriği, suyu olmayan, teknolojinin girmediği, geleneksel yöntemlerle üretimin yapıldığı köylerdeki zorlu yaşamı.. Bir ilçede 50 bin kişinin yaşadığı, ekilmemiş biçilmemiş bir toprak parçasının kalmadığı, buna karşın yoksulluğun alt edilemediği o günleri anlatmak kolay değil. Kazım Yazar, roman ve öykülerinde, o günkü köy yaşamını, akıcı bir anlatımla yansıtmış. Hem de tüm ayrıntılarıyla, kurgularını yöre gerçeklerine dayandırarak… Öykü ve roman kahramanlarını, o günkü yaşamı simgeleyen kişilerden seçerek, köy yaşamını birebir vermeye çalışmış. Gençlere, belge niteliğindeki bu kitaplarıyla, yöredeki sosyal yaşamı aktarmış. Kendisini kutluyor, yüreğine, kalemine sağlık diyoruz.

Yeri gelmişken, kitaba karşı ilgisizliğe de değinmek istiyorum. Okuma özürlü bir toplum olduğumuz ortada. Japonya’da on kişi yılda en az 250 kitap okurken, Türkiye’de on kişi yılda bir kitap okumaktadır. Yani 25 kat daha az. Denilebilir ki, az okumakla çok okumak arasında ne fark var? Gelişmişlik farkı var. Ekonomik rahatlık, yaşama içerik ve anlam katma, geleceğe umutla bakma, sorunları daha kolay çözme farkı var. 
       Bu genel konudan yöremiz özeline geçmek istiyorum. Şavşat ya da Artvin için kaç kitap yazılıyor? Yoğun emek ürünü bu kitaplar, vakıflarımızda derneklerimizde ele alınıp tartışılıyor mu? Ya da ekonomik durumu iyi on binlerce Artvinliden kaçı, bu değerli yazarlarımızı özendirmek için kitaplarından satın alıyor? Yörenin kültürüne katkı yapmak amacıyla masanıza oturacaksınız, aylarca, yıllarca eser üzerinde bir çıkar gözetmeksizin çalışacaksınız. Bu gönüllülük yetmeyecek, sonra da para bulup bu kitapları bastıracaksınız. O da yetmeyecek, kimseden destek almadan, tek başınıza kargo ve posta ile oraya buraya dağıtacaksınız.

Ondan sonra da romanını, öyküsünü, şiirini yazdığınız yörenin çocuklarından hiçbiri bu kitaplarla ilgilenmeyecek. Uygar Artvinlilere bu hiç yakışmıyor. Başlarında kültür yazan derneklerimizdeki yerel yayınlara duyarsızlık çok düşündürücü. Demek istediğim o ki, Kazım Yazar kendi eliyle bu kitapları bana göndermeseydi benim bunlardan haberim bile olmayacaktı. Çünkü, derneklerle sıcak ilişkilerde bulunmayı kendine görev edinmiş, Artvin ile ilgili örgütlenmelere 30 yılını vermiş bir kişi olarak, eğitimimizin ulu çınarı Kazım Yazar’ın kitaplarıyla ilgili bir etkinliğe rastlamadım. Artvin basınında kapsamlı bir değerlendirme görmedim.

Bu mudur, kültürel değerlerimize sahip çıkmak? Her hafta, bir Ankara gazetesinde, Artvinli ozan ve yazarların kitaplarını tanıtan kişi olarak bu konuda gönül rahatlığı içinde bulunsam da, yöremizde eser verenlere karşı sorumluluğumu her zaman bilenlerdenim. Bu duygularla Kazım Yazar’ın kitaplarından da söz etmeyi kendime görev saydım.

Okurlar yanılmasınlar, Cancep Elması Kazım Yazar’ın öykü kitabının adıdır. Bu adla bir elma yoktur. Yazar, bir öyküsünün kahramanlarından Canan ile sevgilisi Recep’in adlarından oluşan bu adı vermiş kitabına. Kitapta, yöremizi ilgilendiren 8 öykü, 2 de efsane bulunuyor. Kazım Yazar’ın duru ama canlı, okuru sıkmayan bir anlatımı var. Betimlemelerindeki ustalık, öykülerin kurgulanmasında da görülüyor. Fosfor adlı öyküden bazı yerleri birlikte okuyalım:

“Baharda işleri sıraya koymak gerekirse, çift çubuk işleri önce gelir. Bu mevsimde, çılga, kotan ve pulluk gibi araçların onarımı çok önemlidir. Bunlardan onarılmaya gereksinimi olanlar, baharla birlikte Demirci İsmail Usta’nın atölyesinin yolunu tutarlar. Örs üzerindeki kızgın demire vurulan çekicin ahenkli sesi köyün her yanına yayılır.

Sıra, tava gelen toprağın sürülmesindedir. Tarlalarda çılga, pulluk ve kotanlara koşulu öküzler görülmeye başlanır. Boyunduruklar üzerine bindirilen hotaklara (boyunduruk üzerine oturup öküzleri idare eden çocuk) çok iş düşer. Öküzleri koşan kişi (maçıgel) zaman zaman hotakları uyararak, horevel (türkü, şarkı) söylemelerini ister. Boyunduruk üzerine oturan çocuklar, bir yandan öküzleri çubuklarken, bir yandan da ses sese vererek söylemeye başlarlar:

 

Ho deyin gidek başa

Kotan ilişmesin taşa

Bizim öküzler kuvvetli

Çarçabuk çıkalım başa

Ho babam hoooo.. diyerek tarla boyunca bir bağırtı, şamatadır kopar. Hotaklar neşelenir, öküzler hızlanır, kotanın toprağın içinden giden demiri rastladığı taşlara çarparak, gırt-gurt sesler çıkararak umut dolu toprağı yana devire devire, tarla boyunca işler gider.

Öteki tarlaların çocukları da horevel söyleme yarışına girerler.”

Burada anlatılanları gözümüzün önüne getirelim bir an. Bir de şimdiki terk edilmiş bağı bahçeyi düşünelim. Köylerde kotan, çılga, pulluk mu kaldı. Bahar gelende demirci atölyesine götürülen çift sürme araçları çoktan pas tutup yok oldu. Köylerde artık örs üzerindeki demire vurulan çekicin sesi duyulmuyor. Tarlalarda çift çift öküzler görülmüyor. Onların boyunduruğuna oturan çocukların söyledikleri türkülerse çoktan unutuldu. 50 yıl öncesiyle bugünü karşılaştırma açısından çok önemli Yazar’ın bu iki kitabı. 

Kazım Yazar, kitabının son bölümündeki efsaneler için şöyle diyor:
“Şavşat’ta Mansurat suyunun vadisinde Şuşuna Kayası denilen bir kaya vardır. Üzerinde insana benzerlik taşıyan, iki taş sütun bulunan bu kayaya neden bu adın verildiğini hep merak ederdim. Kayanın üzerinde bulunan bu iki sütundan birinin kız, ötekinin erkek olduğu, çok eski zamanların birinde Tanrı tarafından taş kesildikleri yolunda halk arasında çeşitli söylentiler dolaşmaktadır. Sordum soruşturdum, Şuşuna Kayası efsanesiyle ilgili bilgiler edindim. İlgiyle okuyacağınızı umduğum bu efsane ortaya çıktı.

Mansurat Vadisi’ne yolu düşenlerin, Şuşuna Kayası ile üzerindeki belirli belirsiz açık başlı, maksi etekli güzel Şuşuna ile nişanlısı Tit’in taş sütunlarını görmeleri hiçte zor değildir.”

Yazar’ın Kesibe adındaki 350 sayfalık romanı da Şavşat’la ilgili. Ermeni saldırılarını ve esaret yılları da romanın konuları arasında. O yıllardaki olaylara geniş bir çerçeveden bakarak, yöredeki yaşamı roman ortamında yansıtıyor. Kemal Tahir’in romanlarında olduğu gibi tarihe de ışık tutuyor. Yöresel yaşamdan kesitler sunuyor. Kesibe romanında hepimiz, dedelerimizin, ninelerimizin yaşantısından izler bulacağız. Bir anda, yabancılaştığımız geçmişimize yaklaşacağız. Fırsat bulduğumda, Kesibe romanı için ayrı bir değerlendirme yapmayı düşünmekteyim. 

Yöremizden yetişen, yazın dünyasında önemli işler yapan arkadaşlarımız, nedense Artvin ile ilgili kitapları pek önemsemiyorlar. Yöre yazınıyla ilgilenmek, ulusal yazınla ilgilenmeye engelmiş gibi davranıyorlar. Biz de genç yaşlarımızda büyük gazetelerde, birçok ulusal sanat ve kültür dergilerinde yazdık. Ama yöremizle ilgili edebiyat ve sanat ürünlerine sırt çevirme kompleksine kapılmadık. Artvinlilerin bu alandaki çabaları bizi her zaman mutlu etmiştir, heyecanlandırmıştır. Yöremizi konu edinen hemşehrilerimizin romanlarını, öykülerini dikkatle okudum. Fırsat buldukça tanıtmaya çalıştım.

Merak edenler için, bu romanlardan şu anda aklıma gelenleri aktarmak istiyorum: İsmail Aşıkoğlu’nun “Öfke Yutulmaz” ve “Güneş Susadı”, Yüksel Ocaklı’nın “Kudurgan”, Faruk Albay’ın “Boğa Gölü”, Süleyman Havadar’ın “Acıelma Destanı”. Artvin’de yaşanan talihsiz olayı, seri katili konu edinen “Artvin Seni Lanetliyor” romanları. Beş kitap çıkaran Nusret Ertürk’ün, Artvin’deki yaşama ilişkin öykülerini de hesaba katmalıyız.

İlimiz kültürüne katkı yapan bu yazarlarımıza şükranlarımızı sunarken, onları özendirmek ve yeni ürünler ortaya koymalarını sağlamak için duyarsız olmamız gerektiğini de bir kez daha vurgularız.

____________________________

Kesibe/Kâzim Yazar/Roman/Doruk Yayınları/352 s./Kocaeli 2001.

 

 


Bu makale 611 kez okundu.

Yazarın Diğer Yazıları
Serhad Artvin Gazetesi © 2012 Tüm Hakları Saklıdır.
İnönü Caddesi. Karahan İşhanı No:16/A - ARTVİN -- Tel :0(466) 212 11 29 - Faks: 0(466) 212 38 84 - E-Posta: osengun{at}hotmail.com